- Aman efendim kimler gelmiş, hoş geldiniz geçin içeri geçin geçin.
Curcunadan önceki sessizlik yavaş yavaş bozuluyordu. Bu süre içinde sehpanın altında oturmakta idim. Börek kokuları aklımı almıştı, fakat misafire yapılmış çeşit sayısı fazla, miktarı az olan hamur işi türevlerine dokunmam yasaktı.
Odama saklanmam anlamsızdı, görevden kaçmam imkansızlaştırılmıştı zira. İçeri geçip herkese hoşgeldiniz deyip tek tek ellerini öpmezsem, kireç suratlı höllüm beni taş ederdi. Sanırım onu kaçırmanın tek yolu, dudağımda o öptüğüm kırışıklarla dolu teyze ellerinin kokusunu taşımamdı. Kireç suratlı höllüm bu kokuya dayanamıyordu evet. Ritüeli gerçekleştirdikten sonra mutfağa sızdım. Annem beni görmüştü ama muhabbeti bırakıp gelemiyordu. Pis bir bakışla beni engelleyebileceğini ummuştu sadece. Az bir vaktim vardı, Fatmaanım'ın söyleyecekleri bittiğinde annem mutfakta olurdu. Önceden hazırlanıp masanın üzerine dizilmiş sekiz tabağa göz attım. Hepsinde birer börek, ikişer kurabiye, sekiz on tane sarma, birer dilim de ıslak kek vardı. Artanları görmek için tepsiye baktım, yalnızca bir börek vardı, acelesi yoktu ama babam eve gelmeden tüketilmesi gerekiyordu. Ve sarmalar... Bütün tabaklardan ikişer tane eksilse kimse aç kalmazdı heralde. Zaten annemin eli de fazla boldu canım, altışar sarma yeterdi. Kapı açıldı.
"Klik"
Ve başıma dayanmış silahı hissettim. Kafama bir çuval geçirildi, ve sürüklene sürüklene işkence odasına götürüldüm. Ama asla öğrenemeyeceklerdi Amerika için çalışan bir Rus ajanı olduğumu. Zira öyle birşey yoktu. Sadece börek çalıyordum. Dinlemediler. Pis dövdüler. Üzerime tazyikli sular sıktılar. Daha sonra hücreme kapattılar beni.
Buradan kurtulmalıydım bir an önce, Allah babaya dua ettim. Bana hemen bir melek gönderdi. Kapıyı açtı melek, "Hadi git" dedi.
Eve vardığımda tahmin ettiğim gibi çok meraklanmıştı eşim. Hemen boynuma atladı. Dudağımdan öptü. Durakladı.
"Şaplak" diye geçirdi tokadı ardından. "Hangi orospuyla beraberdin söyle!"
Dudağımdaki teyze kokusunu almıştı. Ne yaptım ne ettimse dinletemedim. Meleği falan anlattım yok, inanmadı. Çarptım kapıyı çıktım, bağırdı arkamdan. "Git" dedi "Kimle beraberdiysen onun yanına git". "Tamam gidiyorum" dedim ben de sinirden. Gitmedim iki dakika, bekledim çıkar şimdi pişman olur diye, çıkmadı. Ellerimde çiçekler, kıçımda don kalakalmıştım. Yağmur yağıyordu. Issız ve sessiz sokakta yürümeye başladım. Sokak lambasının etrafında görünür hale gelen yağmur damlalarını izledim. Hoş bir ürperti geldi içime. Birden sonbaharı özlediğimi fark ettim. Keşke hep yağmur yağsaydı. Böyle insanın içini ürperten rüzgarlar esseydi. Yürürken kuru yapraklara basıp çıtırt diye un ufak etmenin zevkine varsaydık. Yumuşak olduğu için kırılmayan yapraklara uyuz olsaydık.
Yere attım çiçekleri, ıslandılar.
Birden yalnızlıktan zevk almaya başladığımı farkettim. Özlemek sevmekten daha zevkliydi. Özlemiştim Hatice'yi, bir de yağmurda yürümeyi. Bayağı ıslanmıştım. Ve kurtulmam gerekiyordu hayatımı mahveden bu teyze kokusundan. Bir lokantaya girip kuru fasulye söyledim. Soğan da yedim yanında. Hesabı ödeyip çıktığımda kireç suratlı höllüm karşımdaydı. Taş oldum. Pis bir şeydi taş olmak. Allah babaya dua ettim. Bu sefer duymadı.
Curcunadan önceki sessizlik yavaş yavaş bozuluyordu. Bu süre içinde sehpanın altında oturmakta idim. Börek kokuları aklımı almıştı, fakat misafire yapılmış çeşit sayısı fazla, miktarı az olan hamur işi türevlerine dokunmam yasaktı.
Odama saklanmam anlamsızdı, görevden kaçmam imkansızlaştırılmıştı zira. İçeri geçip herkese hoşgeldiniz deyip tek tek ellerini öpmezsem, kireç suratlı höllüm beni taş ederdi. Sanırım onu kaçırmanın tek yolu, dudağımda o öptüğüm kırışıklarla dolu teyze ellerinin kokusunu taşımamdı. Kireç suratlı höllüm bu kokuya dayanamıyordu evet. Ritüeli gerçekleştirdikten sonra mutfağa sızdım. Annem beni görmüştü ama muhabbeti bırakıp gelemiyordu. Pis bir bakışla beni engelleyebileceğini ummuştu sadece. Az bir vaktim vardı, Fatmaanım'ın söyleyecekleri bittiğinde annem mutfakta olurdu. Önceden hazırlanıp masanın üzerine dizilmiş sekiz tabağa göz attım. Hepsinde birer börek, ikişer kurabiye, sekiz on tane sarma, birer dilim de ıslak kek vardı. Artanları görmek için tepsiye baktım, yalnızca bir börek vardı, acelesi yoktu ama babam eve gelmeden tüketilmesi gerekiyordu. Ve sarmalar... Bütün tabaklardan ikişer tane eksilse kimse aç kalmazdı heralde. Zaten annemin eli de fazla boldu canım, altışar sarma yeterdi. Kapı açıldı.
"Klik"
Ve başıma dayanmış silahı hissettim. Kafama bir çuval geçirildi, ve sürüklene sürüklene işkence odasına götürüldüm. Ama asla öğrenemeyeceklerdi Amerika için çalışan bir Rus ajanı olduğumu. Zira öyle birşey yoktu. Sadece börek çalıyordum. Dinlemediler. Pis dövdüler. Üzerime tazyikli sular sıktılar. Daha sonra hücreme kapattılar beni.
Buradan kurtulmalıydım bir an önce, Allah babaya dua ettim. Bana hemen bir melek gönderdi. Kapıyı açtı melek, "Hadi git" dedi.
Eve vardığımda tahmin ettiğim gibi çok meraklanmıştı eşim. Hemen boynuma atladı. Dudağımdan öptü. Durakladı.
"Şaplak" diye geçirdi tokadı ardından. "Hangi orospuyla beraberdin söyle!"
Dudağımdaki teyze kokusunu almıştı. Ne yaptım ne ettimse dinletemedim. Meleği falan anlattım yok, inanmadı. Çarptım kapıyı çıktım, bağırdı arkamdan. "Git" dedi "Kimle beraberdiysen onun yanına git". "Tamam gidiyorum" dedim ben de sinirden. Gitmedim iki dakika, bekledim çıkar şimdi pişman olur diye, çıkmadı. Ellerimde çiçekler, kıçımda don kalakalmıştım. Yağmur yağıyordu. Issız ve sessiz sokakta yürümeye başladım. Sokak lambasının etrafında görünür hale gelen yağmur damlalarını izledim. Hoş bir ürperti geldi içime. Birden sonbaharı özlediğimi fark ettim. Keşke hep yağmur yağsaydı. Böyle insanın içini ürperten rüzgarlar esseydi. Yürürken kuru yapraklara basıp çıtırt diye un ufak etmenin zevkine varsaydık. Yumuşak olduğu için kırılmayan yapraklara uyuz olsaydık.
Yere attım çiçekleri, ıslandılar.
Birden yalnızlıktan zevk almaya başladığımı farkettim. Özlemek sevmekten daha zevkliydi. Özlemiştim Hatice'yi, bir de yağmurda yürümeyi. Bayağı ıslanmıştım. Ve kurtulmam gerekiyordu hayatımı mahveden bu teyze kokusundan. Bir lokantaya girip kuru fasulye söyledim. Soğan da yedim yanında. Hesabı ödeyip çıktığımda kireç suratlı höllüm karşımdaydı. Taş oldum. Pis bir şeydi taş olmak. Allah babaya dua ettim. Bu sefer duymadı.